Deprecated: Function set_magic_quotes_runtime() is deprecated in /www/htdocs/w00c72e4/dersim/includes/mx_system.php on line 22

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c72e4/dersim/includes/mx_api.php on line 315

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c72e4/dersim/includes/mx_api.php on line 315

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c72e4/dersim/includes/mx_api.php on line 1415
dersim-wiederaufbau.de - Dersim38konferansi 2008 Brüksel Basindan
dersim-wiederaufbau.de
Ana Menü
ICERIKLER

Dersim38konferansi 2008 Brüksel Basindan

Basindan/ SOYKIRIM TANIMI

Bugün resmi tez, 1915 yılında bazı vahim olaylar yaşandığını kabul etmekle birlikte, yitik insanların sayısını olabildiğince düşük göstermeye çalışıyor, bunun bir soykırım değil,

SOYKIRIM TANIMI

Soykırım kavramı, BM’de soykırım sözleşmesi ve TCK’da soykırım suçu /
Yeni Türk Ceza Kanunu, söz konusu sözleşmedeki tanıma ufak tefek değişiklikler ile yer vermiştir. Yeni Türk Ceza Kanununun, 76 inci maddesinde Soykırım suçu, ulusal hukukun bir parçası olarak şöyle yer almaktadır:
MADDE 76. - (1) Bir planın icrası suretiyle, milli, etnik, ırki veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur:
a) Kasten öldürme.
b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme.
c) Grubun, tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması.
d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması.
e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi.
(2) Soykırım suçu failine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. Ancak, soykırım kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.
(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.
(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.
Soykırımda sistematik, planlı ve devlet politikası haline gelmiş eylemler, bir topluluğu etnik, ulusal, dini kimliğinden dolayı, bütünüyle tasfiye etmeye yönelik uygulamalar söz konusudur. Bu tasfiye aynı zamanda, hedef alınan topluluğun kültürünün, tarihsel izlerinin silinmesini de kapsar. Lemkin, herhangi bir topluma yönelik bu toptan yok etmeci edimleri daha önce Barbarizm ve kültürel değerleri yok etmeye yönelik Vandalizm ikili kavramı ile tanımlamaya çalışmış, daha sonra bu kavramların yerleşik kullanımlarında çok farklı içerikler taşıması nedeniyle, yeni bir kavramın oluşturulmasına ihtiyaç duymuştur.
Lemkin, BM Soykırım Sözleşmesinin yazımında da görev almış, siyasal içerikli kitle kıyımlarını, yani bir grubun siyasal görüşlerinden dolayı kitlesel olarak yok edilmesini de kapsaması için çaba harcamış, ama o dönemin BM’sindeki siyasal dengeler buna izin vermemiştir. Öte yandan, kültürel soykırımın da bu sözleşme bağlamında yer almasını sağlayamamıştır.
Polonyalı Yahudi bir ailenin çocuğu olan Lemkin, Lwow Üniversitesindeki yüksek eğitimine dilbilim alanında başlamışken, ilginç bir biçimde, 1921 yılında Berlin’de Talat Paşa’nın öldürülmesi ile ilgili davadan etkilenerek, Hukuk eğitimine başlamış, Ermeni kırımı türü olayların uluslararası hukuk kapsamına giren suçlar kapsamında yer alması konusunda daha o günlerde kafa yormaya başlamıştır. Kendisi ile 1959 yılında yapılan bir televizyon röportajında, 1921 yılında, Berlin’de Talat Paşa’yı vuran Tehleryan’ın davasından çok etkilendiğini, hatta bu nedenle branş değiştirdiğini belirtmişti. İnsanlığa karşı işlenen suçların kurulacak olan bir uluslararası yargı mekanizması kurulmazsa, kişilerin bu tür eylemleri ile adaleti yerine getirmeye çalışacaklarını, bunun da işi iyice içinden çıkılmaz bir hale getireceğini düşünmüştü Lemkin.
1915 yılında, 1. Dünya Savaşında Osmanlı devletinin ittifak kurduğu Alman militarizminin de onay ve ısrarı ile başlatılan Ermeni Tehciri olayı, bugün tüm dünyadaki soykırım araştırmacıları tarafından, 20 yüzyılın ilk soykırım örnekleri içinde anılarak incelenmektedir.
Türkiye’nin BM Soykırım Sözleşmesini ilk imzalayan devletler arasında yer almasına karşın, (bunda Ermeni soykırımının o dönemde çoktan unutulmuş bir olay olmasının da etkisi olabilir), bu sözleşmenin tanımlamalarına son derece uygun olan 1915 olayının soykırım olduğu resmi olarak inatla inkar edilmektedir.
1915 olayı tartışması, olayın boyut ve içeriği, neden ve sonuçları üzerinde yoğunlaşmaktan çok, bunun bir soykırım olup olmadığı noktasında kilitlenmiştir. Bu, aslında içeriğin tartışılmasını engellemek, en azından olabildiğince ertelemek isteyen resmi yaklaşımın, benzeri başka etnik sorunlarda da uygulana geldiği bir taktiktir. Resmi ideoloji ve bilim çevreleri on yıllar boyunca, bütün dünyaca tanınan, akademik araştırmalara konu olmuş, Kürtler diye bir halkın ya da ulusun varlığını inkar edebilmiştir.
Bu inkarcılığın temelinde herhangi bir kabulün arkasından, tazminat ve toprak talepleri geleceği korkusundan çok resmi ideolojinin çökeceğine ilişkin kaygılar yatmaktadır. Kurtuluş savaşının bir anlamda programını oluşturan, Misak-ı Milli içinde, 1915 Ermeni Tehciri sorumlularının cezalandırılmasına ilişkin bir hükmün yer almasına karşın, yeni Türk devletinin kurucuları arasında, 1915 olaylarına bilfiil katılmış unsurların yer almış olması, herhangi bir kabulü güçleştiren önemli zorluklar arasında yer almaktadır.
CHP’nin baş ideologu olan ve 1935 yılında İtalyan Faşist Partisinin bazı tüzük hükümlerini kendi partisine aktaran Şükrü Kaya, Ermeni Tehcirinin baş koordinatörü idi. Keza uzun yıllar Meclis Başkanlığı yapan, Atatürk öldüğünde birkaç günlüğüne devlet başkanı olan A. Renda, tehcir sırasında en vahim olayların yaşandığı Muş vilayetinin valisi idi. Daha sonraki yıllarda Örneğin daha sonraki yıllarda Dışişleri Bakanlığı yapan Tevfik Rüştü Aras da, 1915 tehcirinin aktörleri arasında idi.
***
Bugün resmi tez, 1915 yılında bazı vahim olaylar yaşandığını kabul etmekle birlikte, yitik insanların sayısını olabildiğince düşük göstermeye çalışıyor, bunun bir soykırım değil, zorunlu bir göç sırasında meydana gelen, istenmeyen ölümler olduğunu, karşılıklı bir çatışmanın (mukatele) sözkonusu olduğunu, bütün olanlardan ise devrimcileri başta olmak üzere Ermeni halkının sorumlu olduğunu ileri sürüyor. Ancak ortada olan bir gerçek ise, Anadolu coğrafyasında binyıllardır otantik bir halk olarak yaşamış olan Ermenilerin bu coğrafyada artık var olmadığı. Ermeniler tarihsel anavatanları olan bir coğrafyadan, adeta kazınarak arındırıldılar.
Dağılmakta olan Osmanlı İmparatorluğunda, birçok ulus Yunanlılar, Sırplar, Romenler, Bulgarlar gibi ayrılarak kendi devletlerini kurdular. En son 1912 yılında patlak veren Arnavutların ulusal ayaklanması ise, Balkan Savaşlarını fişekledi.
Balkanlarda ulus devlet oluşumu, aynı zamanda iç içe geçmiş halkların bir arada yaşadığı bu coğrafya da çok taraflı bir etnik arındırma ve nüfusu homojenleştirme politikasının hayata geçmesi anlamına geliyordu. Balkanlarda ve Rusya’nın yayıldığı Kafkasya’da yaşayan Müslümanlar 19. yüzyıl içinde bir çok kereler Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldılar, büyük kayıplarla. 1914 yılında Osmanlı hükümeti, Batı baskısı sonucu, Ermenilerin yoğun olduğu Doğu illerinde Norveçli ve Hollandalı iki komiserin gözetimi altında idari reform yapmayı kabul etti.
1908 Devriminin Öncücü olan İttihat ve Terakki Partisi önderleri, bunun müstakbel bir Ermeni devletinin habercisi olduğu kanısında idiler. Öte yandan batmakta olan çok uluslu bir imparatorluğun bürokrasi ve ordusunun, yeni bir devletin sağlam temelini oluşturacak olan bir ulus yaratmaya ihtiyacı vardı. Balkan ve Kafkas Müslümanları sığındıkları Anadolu coğrafyasının eritme potasında, Türk ulusunun bir parçası olacaktı. Kürtlere biçilen rol de buydu.
Öte yandan utanç verici Balkan yenilgisi, Alman emperyalizminin de kışkırttığı Doğuya Yayılma hırslarını canlandırdı. Turan hayalinin tam ortasında ise tasfiye edilmesi gereken bir Ermeni gerçekliği yatmaktaydı. Savaştaki her hangi bir yenilgi, Balkanlarda olduğu gibi Müslüman halkın göçe zorlanarak, bir Ermenistan’ın oluşumunu engellenemez hale getirebilirdi.
Emperyalist 1. Dünya Savaşı sırasında, Ermeni halkı savaşan iki imparatorluğun arasında bölünmüş ve sıkışıp kalmıştı. 1915 olayının sadece savaş nedeniyle, Ermeni halkının zorunlu göçe zorlanması olarak açıklanması çok zor. Savaş, İTP önderlerine, Ermeni sorununu “nihai çözüm” e kavuşturacakları bir fırsat sağladı.
Olay, cephe gerisinin güvenlik altına alınması olarak sunuldu, ama uygulanan plan bunun çok ötesindeydi. Tehcir, aynı zamanda Alman Genel Kurmayının güdümündeki ordunun ısrarlı talepleri ile başlatıldı. İzmir ve İstanbul’da Ermeni toplumunun aydınları ve seçkinleri gözaltına alınıp, hedefi meçhul bir yolculuğa çıkarılırken, Trakya da dahil tüm Ermeni nüfus Suriye çöllerine yöneltildi. Yol boyunca katliamlar yaşandı, gerisini ise salgın hastalıklar getirdi. Ermeni tarafına göre 1.5 milyon, son Osmanlı Hükümetine göre 800 bin Ermeni insanı bu zorunlu göç sırasında yaşamını yitirdi. Sağ kalanların dönmesine izin verilmedi, Ermeni mal varlığına özel bir Emlak-ı Metruke yasası ile el konarak, yerel eşrafa, devlet kodamanlarına, ağalara dağıtıldı. Bu eşrafın, Kurtuluş Savaşına verdiği desteğin bir nedeni de, bu malların geri alınması ve kıyıma katılanların cezalandırılması olasılığı idi.
Bunu, on yıllarca devam eden Ermeni kilise, manastır ve binalarına, mezarlıklarına yönelik kültürel soykırım izledi.
Sonuç olarak, ITP’nin nihai çözümü kendi projeleri açısından “başarılı” oldu. Savaştan yenik çıkan Osmanlı hükümeti, Sevr’de kağıt üzerinde Ermenistan’ın kurulmasını kabul etti, ama burada yaşayan bir halk kalmamıştı artık. Bu anlaşmanın hayata geçmesi zaten mümkün değildi. Eğer Rus ihtilali olmasaydı, Çarlık yönetimi ITP’nin Ermenilerden arındırdığı Doğu Anadolu’ya Don Kazaklarını iskan edecekti.
İttihatçıların planında, sadece Ermeniler yer almıyordu. 1915 yılında ve sonrasında Süryani-Keldani-Nasturi halkı ve Anadolu Rumları ve Yezidiler de kitle kıyımına dönüşen zorunlu göç uygulaması ile yüz yüze kaldılar. Almanların istemi ile ilan edilen Cihad Fetvası, esas olarak Müslüman sömürge halklarını İngiliz ve Fransızlara karşı ayaklandırmayı hedefliyordu, ama sonuçta bütün Anadolu Hıristiyanları hedef oldu.
Öte yandan 1916-1917 yılında devlete sadık olmadığı düşünülen Kürt aşiretlerine de tehcir/zorunlu göç uygulaması yapıldı ve yüzbinlerce Kürt yaşamını yitirdi.
1915-16 yılında Filistin Yahudilerine yönelik bir tehcir başlatıldı, ama Almanların talebi üzerine durduruldu. Ama Kürt bölgesinde yaşayan küçük Yahudi toplumları ortadan kayboluverdi.
Aslınd ilk tehcir planı Celal Bayar’un yönetiminde Batı Anadolu Rumlarına karşı 1914 yılında başlatıldı. Almanların talebi üzerine durduruluna kadar, 1 milyon kadar Rum Ege’den kovalanmıştı bile. Bayar harıralarında bu planın başarı ile uygulanmasından böbürlenerek söz eder. 1916 yılında ise Doğu Karadeniz Rumları, iç Anadolu’ya zorunlu göçe tabi tutuldu. Arta kalanları da Ankara Hükümetinin 1921 Koçkiri harekatı sırasında zorunlu göçe tabi tutması gibi. Uzun yıllar boyunca, Yahudi Holokaustunun arkasında Sinti-Roma halkının ve diğerlerinin yaşadığı soykırımın gölgede kalması gibi, Ermeni Soykırımında da, Süryani, Rumlar ve diğerleri gölgede kaldı. Tehcir ve daha sonra devam eden azınlıkları tasfiyeye yönelik sistematik politikalar, aynı zamanda, bir ulusal burjuvazi yaratma programının parçası idi. Bu bir çeşit ilkel sermaye birikimi oldu, Müslüman Anadolu eşrafı için. Ama bu bedeli çok ağır olan, ekonomik ve tolumsal gelişmenin önünü en az yarım yüzyıl tıkayan sözde bir birikim idi. Bu olgu, aynı zamanda Anadolu’da egemen olan tutuculuğun da kaynağını oluşturdu.
Ermeni Soykırımı bugün bir çok ülkenin eğitim programında yer alıyor. Soykırım araştırmaları artık, dünya üniversite araştırma ve inceleme programlarının önemli parçaları arasında. Daha genel bir düzeyde ise Viktimoloji gibi çalışma alanları da oluştu. Yahudi Holokaustu ile başlayan soykırım araştırmaları, tarihin derinliklerine giderek daha yaygın bir alanı araştırma konusu olarak ele alıyor. Tarihte, Asur imparatorluğunun ilk soykırım örneklerini sergilediğini söyleyen araştırmacılar var. Roma’nın Kartaca’yı haritadan silişi, Amerika’nın yerli halklarının maruz kaldığı sistematik kıyımlar da, artık tarihteki soykırım örnekleri arasında anılıyor. Öte yandan 20. yüzyıl başında Alman sömürgeciliğinin Batı Afrika’daki kitlesel kıyımları da, soykırım araştırmalarının yeni çalışma alanları arasında.
Geçen yıl, Namibia’yı ziyaret eden Alman Dışişleri Bakanı, bu unutulmuş soykırımdan dolayı özür diledi, ama herhangi bir tazminatın olmayacağını eklemeyi de unutmadı. Bu arada kavram olarak da soykırımın türlerini, alt başlıklarını belirleyen yeni kavramlar da oluştu. Lengüistik (dilsel) soykırım bunların en tartışılanları arasında… Afro-Amerikalıların yüz yüze kaldığı durum, araştırmacılarca, “dolaylı soykırım” olarak tanımlanıyor. Kanada ve Avustralya’nın yerli çocuklarını zorla ailelerinden alması, “kültürel soykırım” olarak nitelendi. Kamboçya gibi, aynı soydan olan insanlar arasındaki kitlesel imha ise, “oto-jenosit” olarak anılıyor. Bugün Türkiye’de Soykırım Araştırmaları yapan herhangi akademik bir kurum yok.
(*) 2007 Saraybosna Bienali, IGSA (Uluslararası Jenosit Araştırmacıları Birliği) Ödülü. Verilme gerekçesi: soykırım inkarcılığına karşı verdiği mücadele.
Ragip ZARAKOGLU

weşandin: Pazar, 10. Ekim 2010 (31909 xweindin)
hemû mafên wê parastîne © dersim-wiederaufbau.de

rûpela dikare were nivîsandin  gotarê ji hevalek xwe re rêke

[ _CONT_GOBACK ]

Berhemênana rupel 0.0397 Di saniyê de, 18 Bi lêpirsîna jêrberhemdankê